Ana Sayfa > Dini Bilgiler > Kelime-i Tevhid’in Rukûnleri

Kelime-i Tevhid’in Rukûnleri

Kelime-i Tevhidin Rukûn, “Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsurdur. Tevhid kelimesi olan La ilahe illallah sözü nefy (red ve inkar) ve ispat (kabul) olmak üzere iki rukûndan oluşur.

Kelime-i Tevhid’in Rukûnleri

Rukûn, “Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsurdur.” Yani bir şeyin ruknû, o şeyin aslından bir parça demek olup, eksik olması durumunda o şeyin oluşmamasını ve geçerli olmamasını gerektirir. Aşağıda zikredeceğimiz kelime-i tevhidin iki ruknû gerçekleşmediği sürece kelime-i tevhidde bu iki rukne bağlı olarak gerçekleşmeyecektir.

Tevhid kelimesi olan La ilahe illallah sözü nefy (red ve inkar) ve ispat (kabul) olmak üzere iki rukûndan oluşur. Bu iki kısmın birbirinden ayrı düşünülmesi asla mümkün değildir. Bu rukûnlerin birbirinden ayrılması halinde iman kesinlikle tahakkuk etmemektedir. İmanın tam manasıyla gerçekleşebilmesi bu iki ruknûn birbirinden ayrılmadan kabul edilmesi ile mümkündür. Aksi halde iman sadece bir kuru iddia olarak kalacak ve sahibine asla fayda sağlamayacaktır.

Kelime-i tevhidin ilk ruknû olan nefiy: “İnkar etmek, reddedip yok kılmak” demek olup, kelime-i tevhidin La ilahe yani “ilah yoktur” kısmına tekabül etmektedir. Nefiy cümlesi olan La ilahe’nin gereği olarak öncelikle Allah Teala’nın dışındaki tüm uyduruk sahte ilahları ve ilahlık iddiasında bulunan varlıkları, bâtıl şeytani kanunları, tuğyanın zirvesindeki firavunları, onların zulüm sistemlerini, bu sistemleri ayakta tutan tüm karun ve belamları, insanlarla Allah arasında aracı olduğunu iddia eden canlı putları, meydanlara dikilen adlarına kanunlar düzülen cansız putları ve tüm tağutları kabul etmemek reddetmek gerekir.

La ilahe illallah tevhid kelimesinde ispat ve kabulden önce (yani illallah’tan önce) red ve inkarın (yani La ilahe’nin) zikredilmesine dikkat edilmelidir. Zira burada Allah’ın ilahlığını kabul etmekten önce Allah’tan başka ilahların reddedilmesi gerektiğinin önemi açığa çıkmaktadır. Nitekim dünün ve bugünün müşrik toplumlarında baş gösteren asıl sorun Allah’a ibadet etmekle beraber Allah’tan başka ilahlara da ibadet etmektir. Bundan dolayı öncelikle Allah’tan başkasına ibadeti reddetmenin önemine binaen tıpkı tevhid kelimesinde olduğu gibi kopması söz konusu olmayan sağlam kulpu beyan eden ayette de red ve inkar önce zikredilmiş ve arkasından ispat ve kabul getirilmiştir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Her kim tağutu reddederek Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapa sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 2/256)

Ayetteki “kopması mümkün olmayan sapa sağlam kulp” için müfessirlerden Mücahid (rahimehullah) şöyle demiştir: “Burada kulptan kasıt imandır. es-Süddi de İslam’dır, der. İbn Abbas, Said b. Cübeyr ve ed-Dahhâk ise ; La ilahe illallah’tır, derler. Bunların hepside aynı anlamı ifade eden değişik ibarelerdir.” [4]

Evet, kopması mümkün olmayan kulp imandır, İslam’dır, kelime-i tevhiddir. Kişi bu sayılan dairelere girebilmek için mutlaka ayetin başında şart edatıyla zikredilen tağutu inkâr ve Allah’a imanı yerine getirmelidir. İnsanın  bunda seçim hakkı yoktur. Allah’tan olan tüm şartlarda olduğu gibi bunda da kişi yaptığı veya söylediği amelden faydalanıp, şer’an amelinin kabul olmasını istiyorsa şartı yerine getirecektir.

Nasıl ki namazın şartı olan abdest olmadan namaz olmuyorsa, aynı şekilde dine girebilmenin ilk şartı olan tağutu inkâr olmadan da dine giriş gerçekleşemez.

İyi bil ki! Tağutları red etmek imanın ilk şartı olan Allah Subhanehu ve Teala’ya imanın ön şartıdır ki  tağutlar reddedilmeden Allah’a iman söylemi geçerli olmaz. “Allah’a iman ettim” diyen bir kişi öncelikle tağutları reddetmelidir ki hakkıyla iman edebilsin. Allah Subhanehu ve  Teala’ya iman ettiklerini söyledikleri halde tağutları reddetmeyenlerin imanları ancak zandan ibarettir.  Onlar kendi zanlarınca iman iddiasında bulunmuşlar fakat bu iddia tağutları reddetmedikleri için gerçekleşmemiştir.

Kelime-i tevhidin ikinci ruknû olan ispat ise: “Kabul etmek, reddetmeyip var kılmak” demek olup, kelime-i tevhidin illallah yani “Allah’tan başka” kısmına tekabül etmektedir. İspat cümlesi olan illallah’ın gereği olarak bir tek Allah Subhanehu ve Teala’ya ibadet edilmelidir. Yaratmak ve yaşatmak, fayda ve zarar vermek, hükmetmek ve yönetmek, rızık ve şifa vermek, öldürmek ve diriltmek, hasrederek hesaba çekmek, cennete ya da cehenneme iletmek Allah Subhanehu ve Teala’ya ait kılınmalıdır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse (sadece) O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.” (En’âm, 6/102) 

Anlaşılacağı üzere kişi La ilahe dediğinde neyi reddettiğini ve illallah dediğinde ise neyi kabul ettiğini bilmedikçe yani nefiy ve ispatın gereklerini yerine getirmedikçe müslüman olmaz, olamaz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir